“DEPREM GÜVENLİ KENTLEŞME PANELİ”
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi öncülüğünde, JMO Sakarya İl Temsilciliği tarafından, 17 Ağustos depreminin 15. yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde SATSO (Sakarya Ticaret ve Sanayi Odası) Konferans Salonunda “Deprem Güvenli Kentleşme” konulu panel düzenlendi.
Panelin sunuculuğunu Kocaeli Gültepe Tünelleri ve Kocaeli Yenidoğan Viyadüklerinde emeği olan TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası üyesi Gülay Aksoy üstlendi.
Panel moderatörlüğünü TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan yaptı. Panelistler İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümünden Prof. Dr. Naci Görür, Sakarya Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı Demir, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe ve AKUT Başkanı Ali Nasuh Mahruki çarpıcı açıklamalarda bulundular.
Açılış konuşmasında TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan
"12/01/2010 tarihli TBMM’nin 46. Birleşiminde benimsenen 953 sayılı TBMM Kararı ile oluşturulan “Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı Raporun ilk cümlesi “Ülkemizde meydana gelen depremlerin yarattığı acılar unutulmamıştır” olsa da, tüm diğer raporlarda olduğu gibi bu rapor da raflarda tozlanmaya bırakılmış, ne yazık ki depremlerin yarattığı acılar unutulmuştur!
Yenilenmiş Türkiye Diri Fay Haritaları" ülkenin deprem tehlikesi ve riskinin yüksekliğinin en önemli göstergesi, hızlıca eksiklerin tamamlanması ve başta deprem olmak üzere ülke jeolojik koşullarının ürünü olan risklere karşı etkin ve verimli bir afet yönetim sistemi oluşturulmalı. Sakarya'da yıkılması gereken ağır hasarlı 6 bina hala yıkılmamış, 750 orta hasarlı konutun onarımı gerçekleştirilmedi. Kocaeli'nde 6 Mayıs 2013 itibarıyla orta hasarlı olan ve son kez tahkikatlarının yapılması veya yıkılması için tebligat gönderilen toplam 6 bin 723 bina bulunuyor. Bu binalarda kiracı ikamet ediyor. Düzce'de de durum farklı değildir. Bolu'da kent içi yoğunluğun düşürülmesi amacıyla getirilen yapı yüksekliği yapı sınırlaması, 2009 yılında yapılan yerel seçimlerin siyasi istismar alanı haline getirilmiş, akabinde kat yükseklikleri artırıldı. Ülkenin deprem tehlikesi ve riskinin yüksekliğinin en önemli göstergesi, hızlıca eksiklerin tamamlanması ve başta deprem olmak üzere ülke jeolojik koşullarının ürünü olan risklere karşı etkin ve verimli bir afet yönetim sistemi oluşturulmalı. Afet mevzuatı, 7269 sayılı 'Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun' bütünleşik afet yönetiminin ana hatlarını içerecek şekilde yeniden düzenlenmeli. 'Yenilenmiş Türkiye Diri Fay Haritası' sadece ülkemiz karasal ve Marmara denizini kapsayacak şekilde hazırlanmıştır. Kara ve denizlerimizin de depremselliğini açığa çıkaracak araştırmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Afet Tehlike Haritalarının hazırlanmasına yönelik çalışmalar kamu kurumları ve üniversiteler işbirliğinde ivedi olarak başlatılmalı. Öte yandan, 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası yenilenmeli." Dedi.
Prof. Dr. Naci Görür, “Kentlerimiz doğal afetlere karşı güvenli değildir. Halkın ilgisine göre görünen kompozisyon deprem unutuldu. Bilim dünyası olarak Yer bilimci olarak doğruları söylemek zorundayız. Ortadoğuda ki deprem levhalar her sene 2,5 cm. kadar Yunanistan’a hareket ediyor. Bu sıkışmalar depremleri üretiyor.
Depremleri gögüslemek için önce nedenlerini araştırmamız gerekiyor.
Nedenleri ?.
yoğun göç, nüfus artışı, plansız şehirleşme, politik yaptırım eksikliği, yerel yönetimde yetki yetersizliği, kaynak yetersizliği, kapasite azlığı, eğitimli teknik eleman noksanlığı, konuyla ilgili bilgi bilinç ekipman yetersizliği,
Neler yapılmalı ?
Risk ve afetlerin olası etkinlerini azaltmalı, gerekli strajeliler geliştirmeli, hukuki, siyasi, ve teknik çalışmalar bir an önce yapılmalıdır. Halk eğitilmeli, konu ciddiye alınmalı. Hükümet ne yaparsa yapsın halkın içinde olmadığı hiçbir çalışma başarılı olmaz.
Çalışmalar şeffaf, halkla birlikte, STK ile ve ortak akılla kararlar alınarak yapılmalı.
Nasıl yapılmalı ?
Yapı stoku çevre park orman yönetim bileşenlerin tümü birlikte olmalı.” Dedi.
Deprem olasılığı ile soruya Prof. Dr. Naci Görür, “Yaptığımız araştırmalar sonucunda, özellikle Marmara Ereğlisi açıklarıyla adalar arasında kalan fay, birinci derecede risk oluşturuyor. Bu fayın kırılması durumunda Marmara bölgesinde büyük bir deprem olmasını bekliyoruz. Bu fay hattında gerçekleşecek depremden en fazla Marmara Denizi'nin güney sahillerinde yer alan yerleşim alanları, İstanbul ve Tekirdağ etkilenecek. Dolayısıyla bu bölgelerde alt yapının ve yapı stokunun bu şiddetteki bir etkilenmeye karşı deprem güvenli olması gerekir. Değilse de güvenli hale getirmek gerekir Bu bölgede olacak bir depremin büyüklüğü 7.2'den küçük olmayacak. Yani deprem kaçınılmaz. Marmara Denizi'nin altından geçen fay hattının uzandığı hat boyunca inceledik. Çeşitli bölgelerde gaz ve su çıkışı tespit ettik. Marmara'nın altında biriken enerji er veya geç açığa çıkacak. İstanbul ve Tekirdağ'ı tehdit eden bu fay hattındaki kırılma, yapılan araştırmalara göre 2029'a kadar gerçekleşecek.”açıklamasında bulundu.
Nasuh Mahruki Depremin adres sorarak randevu alarak gelmediğini, Depremin sadece teknik bir konu olmadığını aslında toplumsal ve siyaset ilişkilerden bağımsız olarak bunun değerlendirilemiyeceğini vurgu yaptı. Bu gün büyük kentlerimizin risk haline gelmesinin temel nedenleri aşırı yük ve göçün olduğu, Anadoluda yeni cazibe merkezlerin kurulmasının gerektiğini Kentsel dönüşümde yeni bir bakış açısıyla yeni bir anlayışla paradigmaya ihtiyaç olduğunu siyasetden bağımsız düşünemiyeceğimizi ifade etti.
Nasuh Mahruki “Fotoğraf hiç iyi bir şey göstermiyor. İyi görünmüyor. Hiç ümit vermiyor. Her konu konuluşurken bir görünen sorun vardır Bir de kök sorun vardır. Biz hep görünen sorun üzerinden gidiyoruz kök soruna pek değinemiyoruz. Aslında. daha net daha açık daha cesur olmamız gereken bir sürecin içerisindeyiz. Gerçekten daha yaşanılır bir Türkiye de hep beraber yaşamak istiyorsak, sorunları çözmeliyiz. Aslına bakarsınız bir ilkin A’sı ne ise Z’si de odur.
Güvenli kent istiyorsak Ülke meselerini iyileştirmek düzeltmek, yukarıya taşımak istiyorsak, önce algı değişimine paradiğma değişikliğine ihtiyacımız var.
En büyük sorun kentin göç alması, kalabalıklaşması, çoğalması. İstanbul çoğrafi olarak bakıldığında Türkiye yüz ölçümünün 140’da biri. Nüfus olarak Türkiye nin 5’ de biri. Bu kadar dar alana bu yoğunluktaki nüfusu sığdırıyorsanız, hastalıklı sağlıksız fotoğraf olduğunu görmek için ordinaryüs bir profösör olmanıza gerek yok.
Türkiye’nin 140’ da biri coğrafyaya nüfusun 5’ birini sıkıştırıryorsanız, burada insanları mutlu edemezsiniz. Sağlıklı bir kent dokusu oluşturamazsınız. Afetlere depremlere dayanıklı kent dokusuna ulaşamasınız.
İnsanların eve-işe gidip gelmelerinde trafikte geçen 2-3 saat zaman harcamalarından kurtaramazsınız. Bunun yarattığı stres travma sağlık sorunları hava kirliliği, hırsızlık olayları, hepsini üst üste eklediğinizde, bu kalabalıkla, bu alt yapı- üst yapı sıkıntılarıyla birlikte yaşanmaz bir kent oluşmaktadır.
Düzeltilmesi istenmiyor. Aslında mesele buradan kaynaklanıyor. Kimse bunu istemiyor. İstanbul Türkiye’nin en kıymetli yeri, arazisi çok kıymetli, herkesin derdi bu arazinin peşinde olmak.
ktidarı ele geçirenler, Devleti bir şekilde eline geçirenler mazbatayı ele alanların tek derdi güç bizde iktidar sırası bizde acaba biz ne kadar yolumuzu buluruz buradan cebimizi nasıl doldururuz, düşüncesindeler.
Arazi rantı herkesin hedefi. Açık kapı var. Bu yasaya uygun. Kağıt üzerinde baktığınızda, Belediye meclisi elini kaldırıyor indiriyor. Yeşil alanı ve deprem toplanma alanı olarak ilan edilen bir yeri, Depremlerde toplanma yeri olarak 470 adet seçilen yeri beğendiğini canı çektiği istediği kimseye verebiliyor. 4o kat rezidansa çevirebiliyor veya AVM ye çevirebiliyor. Yasal olarak yapabilirsin belediyeye böyle bir yetki verilmiş ama ahlaka aykırı millete aykırı insana aykırı vatana geleceğe çocuklarımız herkese aykırı. Sonunda suç kentine dönüşür ahlaka ihanet eden bir şey kimin umrunda..
Kök sorun Türkiye’yi yönetenlerin bu rantı cebe indirmek istemeleri. Kanal İstanbul projeside, yeni alanları imara açma hedefide aynı rant düşüncesi. Zaten güç bizde…
Bizi bu nereye götürür? Bu gidişle 15-16 milyonluk şehirde büyük sıkıntılar içinde yaşamaya çalışıyoruz. 25 milyona geldiğimizde San Paolo, Rio de Jenario, Meksico City gibi suç kentine dönüşürüz. Arkanıza bakmadan yürüyemezsiniz sokaklarda. 2 kilitden geçtikden sonra evlerinize girebilirsiniz.
Rant düşüncesiyle, Türkiye’nin hiçbir meselesini çözemezsiniz. Çocukların bu bedelleri ödemelerini istemiyorsak, eğri oturup doğru konuşmak lazım. Bu işin sorumluları belli öncelikle bütünleşik afet eylem planıyla 77 milyonun tamamını dahil eden Türkiye coğrafyasının tamamını dahil eden bir sistemle yeniden yapılanmaya ihtiyaç var. Öncelikle bu büyük şehir nüfus baskısını azaltmak, Anadolu’da cazibe merkezleri, iş ve istihdam alanları yaratarak, yeni kentler kurarak şehri boşaltmanız gerekiyor.
insanlar büyük şehirlere çaresizliktan göç ediyorlar. Anadolu’ya yatırım yapılmıyor ki; iş ve istihdam olanakları kurulmuyor ki; insan doğduğu yerde sağlıklı yaşayamıyacağı için iyi eğitim alamıyacağı için iş bulamıyacağı için sağlık servisini alamıyacağı için göç ediyorlar. Hemde tüm sorunlarıyla beraber geliyorlar.
İstanbul her sene 400 bin kişi göç alıyor 3 yılda bir milyon üstünde göç alıyor. Bir milyonu aşan şehir bizde çok azdır. İstanbul 3 yılda, bir büyük şehir kadar kalabalıklaşıyor. Kime yarıyor bu işte o arazi rantı peşinde kimler varsa onlara yarıyor. Kim ödüyor bedeli hepimiz. Fotografın gerçeği bu. Derdimiz rant. Ranta hayatımızı teslim ediyoruz.
İstanbul Uygun mühendislik hizmetiyle yukarıya doğru büyüyebilir. Geri kalan arazilerde sosyal donatılara çevrilebilir. Yeşil alanlar, parklar, otoparklar vs.
Ayrıca Soma olayına değinen Mahruki, “Soma façiası aslında bir cinayet demek lazım. Uluslar arası çalışma örgütünün İWO’ nun 176 sayılı yönetmeliği 12 yıldır masa üzerinde imza bekliyor. Yönetmelik, İmzalanmış olsaydı, maden işcileri, gelişmiş ülkelerdeki gibi güvenli şartlarda sağlıklı şartlarda çalışacaklardı. Böyle facia olmıyacaktı.
Anlaşmaya imza atmayan ülkeler Pakistan ve Afganistan…”şeklinde özetledi
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe “Geldiğimiz noktada İstanbul 1999 yılından daha iyi daha iç açıcı durumda değil
17 Ağustos büyük Marmara depreminin üzerinden 15 yıl geçti. Kocaeli’nin Gölcük ilçesinde saat 03.02’de meydana gelen depremde resmi rakamlara göre 18 bin 373 kişi öldü ve 48 bin 901 kişi yaralandı. Yüz binlerce insanın evsiz kaldığı depremin acıları aradan geçen zamanda unutuldu. Her depremde yaşanan acı ve korku tazelenirken aradan geçen sürede yeterli önlemler alınmadı.
Yalova’da depremde 400 kişinin öldü. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından imara kapatılan yerler imara açıldı. Kesinlikle iyileştirmelerin yapılması gerekiyor.
17 Ağustos depreminin İstanbul’a 110 km. uzaklıkta meydana gelmesine karşın 30 bin binaya hasar verdi. Çadıra yer yok Cemal Gökçe, depremden hemen sonra 1999-2002 yılları arasında İstanbul Valiliği tarafından 310’u kesinleşmiş toplam 470 adet toplanma yerinin tamamı yapılaştı.”dedi
Sakarya Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümünden Yrd. Doç. Dr. İsmail Hakkı Demir, İmar ve paralel kanunları hakkında çeşitli yönetmelik hakkında , genel akademik bilgiler verdi.
yilmazparlar@yahoo.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder